Endüstri devrimi sonrası insanoğlunun bildiği geleneksel ve aslında ihtiyacı kadar olanı tüketme mantığı hızlı bir şekilde değişti. İnsanın yerini büyük ölçüde makina aldı ve makinalaşmanın verdiği teknolojik imkanlar üretimi hızlandırdı. Kabul gören tek bir mantık vardı o da “daha çok üretim” mantığıydı. Hızlanan bu üretime paralel, tüketim pazarları bulunarak veya bugünkü mantıkla inşa edilerek “alış-veriş merkezleri” dediğimiz kapalı kutularla da tüketimin artışı sağlandı.
Artık herşeyi hızlı bir şekilde tüketebiliyoruz ve çoğu zaman tüketilen yalnızca somut nesnenin kendisi de değil, ona ait olan sembolleri, işaretleri ve hatta sesleri de tüketiyoruz . Yine çoğu zaman bu semboller veya işaretler ürünün kullanım amacının da önüne geçerek bir statü sahibi olma aracı olarak da kullanılıyor. Yani bazen ödediğimiz, satın aldığımız “şey” ne ise aslında nesnenin kendisi değil bize sunduğu statü loncası oluyor. Nesnenin bize uygunluğu veya ihtiyacımıza ne kadar cevap verdiği ikinci planda kalsa da biz bize sunulan ayrıştırılmış zonların birinden bir ötekine sıçramak için bu işaretler ve sembolleri satın almak durumunda kalıyoruz.
Gel gelelim bu işaret ve sembollerin bugünkü yapı sektöründeki etkilerine. Çevremizdeki herşey gibi yapı veya yapı bloklarına çeşitli isimler veriyoruz. Bu yapılar aslında olması gerektiği gibi bir proje süreci ve disiplini ile tasarlanmağı için daha sonra bu yapılara verdiğimiz isimler çoğunlukla ya anlamsız, ya eğreti yada ismin verdiği kavramın altını hiç doldurmayacak şekilde karşımıza çıkıyor. Başka bir coğrafyada hoşumuza giden bir bölge, bir semt veya toplum üstündeki etkileri daha ölçülmeden ambalajlanıp insanlara sunulan bir projenin ismini alıp kendi mütevazi projemize ki bunu algıda projenin kapsamını genişletmeyi düşündüğümüz için direk yapıştırabiliyoruz. Peki bu bize nasıl dönüyor? Bu projelerden birini gören veya satın alan biri uygulanmış orjinal örneğiyle veya ismini verdiğimiz var olan bölgeyle karşılaştığında acaba neler hissedecek?
Bu tarz kavramların tip kopyalarla çoğaltılması genellikle kavramın altında yatan değerin enflasyona uğramasına yol açacaktır. Şüphesiz değer kaybına uğrayan, orjinalitesini koruyan değil bizim kopyalarımız olacaktır. Unutmayalım ki her zaman yegane olan en değerlidir. Projelerimize değer katmak istiyorsak , aslında onun farklı olmasını değil olması gerektiği gibi olmasını sağlamaktır. Belirli bir mimarlık disipliniyle tasarlanmış, kullanıcı ve çevresi ile birlikte düşünülmüş bir proje zaten kendi karekterini oluşturacaktır. Karekteri olan bir proje hem kendi ismini bulmada zorlanmaz, hem de bizleri bu eğrelti isimleri aramaktan kurtarır.